C. Deniz Seyran
Siz Hiç Mutluluğun Fotoğrafını Çektiniz mi?
Yüzündeki tebessüm büyük bir mutluluğun yansımasıydı. Poz verirken fotoğraf makineme, en usta modellere taş çıkarttı. Kendinizi düşünün, mesela ben kendimi düşünüyorum. Birisi fotoğrafımı çekse taş kesilip kalıyorum. Kasıyorum nedensizce. Ya da abuk subuk bir poz veriyorum. Şu an ismini hatırlayamadığım bu Roman Kızım ise öyle değildi. Adını "Mutluluk" koydum kızımızın.
"Mutluluk" o kadar samimiydi ki, içindeki güzellikler yüzüne yansımıştı. Yüzünün her çizgisi o kadar doğaldı ki. Duruşu o kadar doğaldı ki, benim kaskatı olmamadan eser yoktu. Herhalde "hayatı dibine kadar yaşamak" diye buna denir. Dibi dediğimiz şey o an olsa gerek. O an, yani işte tam da yaşadığımız "bu an". Zaten bu fotoğraf da "o anın" değil, "bu anın" fotoğrafı. Baksanıza hala gülümsüyor mutluluk bize, en samimisinden, en içten. O an işte bu an. Fotoğrafa baktığımız an. Fotoğraf geçmişi anlatmıyor ki. Şu anı anlatıyor kanımca. Baktığımız her an, işte "bu an". Şu anda çekilen fotoğraf, ne geçmişte ne gelecekte. Şimdinin fotoğrafı.
"Çocukça yaşamak hayatı" sözünün tam da yansıması "Mutluluk" kızımızın durumu. Saf, temiz, gereksiz hiçbir şey katmadan hayata. Kasmadan kendini, doya doya anı yaşamak. Şu anda hastane hastane dolaşan insanların birçoğu sırf kendini gereksiz yere kasmaktan, her hücresine büyük ıstırap yaşatmaktan dolayı hasta olan veya hasta olduğunu zanneden birçok kişiyle dolu. Olanı dert eden, olmayanın ıstırabını yaşayan, ama şu anı elinden kaçıranlara inat "Mutluluğun", "ben şu anı yaşıyorum en saf, en güzelinden" dediği şu anın fotoğrafı.
Belki çok parası yoktu ailesinin. Ama eski de olsa, ipliklerle tutturulmuş da olsa kırık parçaları birbirine, bebeğini sahiplenmiş, koymuştu kalbinin üzerine. Sevgiyi belki de böyle ifade etmek istemişti. Mutluluğu böyle ifade etmişti. "Neden bana yeni bebek almıyorsunuz!" diye babasına, annesine kızmıyordu. Elindeki ile yetinmeyi, başkasına tamah etmemenin gerektiğini biliyordu. Aslında birçoğumuzun bilmediği, "gerçek anlamda hiçbir şeye sahip olmadığını" da biliyordu. Yetiniyordu elindekiyle. Ona sahipti ya. Bu da ona yetiyordu mutlu olmak için.
"Mutluluk" kızımızın üzerindeki kıyafetleri ve başındaki örtü belki eskimişti. Ama o renkler var ya pembesinden, yeşilinden moruna kadar. İşte o renkler anlatıyordu içindeki güzellikleri, hayata "monokrom" bakanlara inat. Sokak rengarenk, evler eskide olsa her zaman insana mutluluk veren, enerji veren renklerle boyalı. Sokak, sokak değil gökkuşağı gibi. İşte bizim neden o çok katlı son model evlerde mutsuz olduğumuzun bir sebebi. Neredeyse hepsi sıradan, hayatımızı sıkıcı hale getirecek renklerle kaplı. Bana göre evlerin renkleri içindekilerin durumunu, kıyafetlerimizin renkleri ise kendi içimizdekilerin durumunu yansıtıyor. "Hayata monokrom" bakıyoruz velhasıl.
Sevgi ile...
Deniz Seyran